İçeriğe geç

Cahiliye devrinde kız çocuklarının durumu nedir ?

Cahiliye Devrinde Kız Çocuklarının Durumu Nedir? Psikolojik Bir Bakış

Bir psikolog olarak geçmişi incelerken beni en çok etkileyen şey, insanların davranışlarını yalnızca inanç ya da gelenekle değil, korku, aidiyet ve toplumsal baskı gibi psikolojik dinamiklerle de açıklayabilmektir. “Cahiliye devrinde kız çocuklarının durumu nedir?” sorusu, tam da bu çerçevede ele alınmalıdır. Çünkü bu dönem, yalnızca bir tarihsel karanlık değil; aynı zamanda insan zihninin korku, kontrol ve değer çatışmalarının bir laboratuvarıdır.

Toplumsal Kimliğin Psikolojisi: Korkudan Doğan İnanç

Cahiliye dönemi Arap toplumunda, yaşamın merkezi erkek egemen kabile yapısıydı. Bu toplumlarda kız çocukları genellikle değersiz, hatta bazen tehlikeli görülürdü. Ancak bu tutumun ardında yalnızca kültürel değil, derin bir bilişsel çarpıtma vardı. Bireyler, belirsizlik ve tehdit algısı karşısında, zihinsel olarak “güçlü” gördükleri figürlere – erkeklere – tutunur, “zayıf” gördükleri unsurları – kadınları – dışlardı. Bu, sosyal kimlik kuramının klasik bir örneğidir: birey, ait olduğu grubun değerlerini kutsayarak kendi kimliğini korur.

Dolayısıyla, kız çocuklarını değersiz görmek bir inanç değil, bir savunma mekanizmasıydı. Toplum, hayatta kalma içgüdüsünü “güçlü olanın yaşaması gerekir” ilkesine indirgemişti. Bu çarpık mantık, duygusal empatiyi bastıran bir bilişsel uyumsuzluk (cognitive dissonance) doğurdu. Bir baba, kendi kızını gömmeyi vicdanen kabul edemese de, toplumsal kabul görmek için bunu rasyonalize etti. Böylece, suçluluk duygusunu kültürel normlarla bastırdı.

Duygusal Psikoloji Perspektifi: Korku, Utanç ve Aidiyet

Cahiliye toplumunun temel duygusal iklimini üç kavramla özetleyebiliriz: korku, utanç ve onur. Kız çocukları, bu üç duygunun tam ortasında yer alıyordu. Korku, “namus”un kirlenmesi ihtimalinden; utanç, toplum içinde küçümsenme ihtimalinden; onur ise, erkek soyunun devamı inancından besleniyordu. Dolayısıyla kız çocuğu, duygusal düzeyde bir “risk unsuru” olarak algılandı.

Bu duygusal kalıp, kolektif bilinçaltına kazınmıştı. Jung’un kavramıyla söylemek gerekirse, “kadın” arketipi burada tehlike ve zayıflık imgesiyle yüklüydü. Toplumun bilinçdışı, kadın bedenini “kontrol edilmesi gereken” bir nesneye dönüştürdü. Bu da, bireysel empatiyi bastıran bir kültürel duygusuzluk yarattı. Bir baba, çocuğunun gülüşünü değil; toplumun bakışını görüyordu. Bu psikolojik yabancılaşma, insanın kendi vicdanından kopuşuydu.

Bilişsel Psikoloji: İnanç Sistemlerinin Kurbanı Olan Akıl

Bilişsel psikoloji açısından baktığımızda, Cahiliye dönemi insanı güçlü bir toplumsal öğrenme etkisi altındaydı. Her birey, davranışlarını gözlem yoluyla, çevresindeki yetişkinlerden öğreniyordu. Bandura’nın “model alma” teorisine göre, kişi toplumda ödül alan davranışları içselleştirir. Bu nedenle, kız çocuklarını aşağılayan davranış biçimleri, kuşaktan kuşağa aktarılan bir “öğrenilmiş kültürel şema” hâline geldi.

Bu şemalar, bilinçli akıl tarafından sorgulanmadığında, otomatik düşünceler halini alır. “Kız çocuk utanç getirir” inancı, zamanla toplumsal otomatik düşünceye dönüştü. Birey artık bunu mantıkla değil, refleksle kabul ediyordu. Bu yüzden değişim, yalnızca dini veya politik değil; psikolojik farkındalık gerektiriyordu. İslam’ın getirdiği “her insan eşittir” anlayışı, bu zihinsel kalıplara bir bilişsel müdahale gibiydi: yeni bir düşünme biçimi öğretmek, yani aklı yeniden programlamak.

Sosyal Psikoloji: Toplumsal Baskı ve Uyum Davranışı

Cahiliye döneminde kız çocuklarının konumu, sosyal uyum baskısının en dramatik örneklerinden biridir. Toplum, bireylerin davranışlarını ödül ve cezayla düzenler. Bir baba, kız çocuğunu yaşatırsa “zayıf”, öldürürse “namuslu” sayılıyordu. Bu, bireysel ahlak ile toplumsal norm arasındaki çatışmanın psikolojik trajedisidir.

Stanley Milgram’ın itaat deneylerini hatırlarsak, insanlar otoriteye karşı içsel değerlerinden kolayca vazgeçebilir. Cahiliye toplumunda “otorite”, gelenekti. İnsanlar, vicdanlarının sesini susturarak toplumsal normlara itaat ettiler. Bu itaat, bir tür kolektif vicdan felci doğurdu.

Duygusal Kalıtım: Travmanın Kuşaklar Arası İzleri

Modern psikoloji, travmanın yalnızca bireyde değil, kuşaklarda da iz bıraktığını kabul eder. Kız çocuklarının değersizleştirilmesi yüzyıllar boyunca kadınların özsaygısını, güven duygusunu ve aidiyet hissini zedeledi. Bugün bile, bazı toplumlarda kadının sesinin bastırılması, bu tarihsel travmanın yankısıdır.

Bir toplum, kendi kız çocuklarına değer vermediğinde aslında kendine olan güvenini yitirir. Çünkü kadın, o toplumun vicdanıdır. Cahiliye’nin psikolojik mirası, yalnızca geçmişte değil, bugün de “değer hiyerarşisi”nin derinlerinde yaşamaya devam ediyor.

İçsel Bir Davet: Bizdeki Cahiliye

Bugün hiçbirimiz kız çocuklarını toprağa gömmüyoruz. Ama belki de, onların hayallerini, fırsatlarını ve seslerini bastırarak başka biçimlerde gömüyoruz. Psikolojik açıdan bakıldığında, her birey içinde küçük bir “Cahiliye” taşır: önyargılar, korkular, kabullenilmiş yanlışlar. Bu yazı, yalnızca bir dönemi değil, insanın kendi karanlığını tanıma çağrısıdır.

Düşünsel Sorular

  • Toplumsal kabuller, bireysel vicdanı ne kadar bastırabilir?
  • Bir geleneği sürdürmek mi, yoksa onu sorgulamak mı psikolojik olgunluktur?
  • Biz bugün, hangi önyargılarla kendi “Cahiliye”mizi yaşıyoruz?

Sonuç: Kız Çocuğunun Gülüşü Bir Toplumun Bilincidir

Cahiliye devrinde kız çocuklarının durumu, yalnızca bir tarihsel olay değil; insan doğasının karanlık ve aydınlık yönleriyle yüzleşmesidir. O dönemde gömülen yalnızca çocuklar değil; sevgi, empati ve eşitlik duygusuydu. Bugün, bu değerleri yeniden kazandığımızda, geçmişin gölgelerini değil; insanlığın aydınlığını hatırlarız. Ve belki o zaman, insan psikolojisinin en derin gerçeğini anlarız: vicdan, en evrensel bilgeliktir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

mecidiyeköy escort
Sitemap
ilbet bahis sitesisplash